2 Şubat 2011 – Osman Öztürk’ün Köşe Yazısı
İlk olay dört yıl önce Balıkesir’de yaşanmıştı.
Aile hekimliğine henüz geçilmemişti ama, bazı uyanıklar Bağlık Bakanlığı’ndan hızlı davranıp tezgâhı kurmuşlardı.
Kapılarını çaldıkları aile hekimliği kandırmacasına meyyal vatandaşlara “Koruyucu Aile Hekimliği” yaptıklarını söyleyip evlere giriyor… Kontrol etmek için sağlık karnelerini istiyorlardı.
Geçmiş dönemde devletin ödemediği ilaçların karneye yazıldığını, bu ilaçların parasının devlete ödenmesi gerektiğini söyleyip dolandırıyor…
Bu arada evdeki yükte hafif pahada ağır eşyaları da yanlarında götürmeyi ihmal etmiyorlardı.
Benzer bir olay önceki hafta Antalya’da gerçekleşti.
Kimliği öğrenilemeyen iki kişi, iki yaşındaki kızı M. G. ile yaşayan ev kadını Selma G.’ye “Aile hekimiyiz. Size tetanos aşısı vurmaya geldik.” diyerek eve girmişler.
Selma G.’nin koluna bir sıvı enjekte edip bayıltmışlar… Sonra da kolundaki ziynet eşyaları ile evdeki dizüstü bilgisayarı alıp kaçmışlar.
Hastanede gazetecilerin sorularını yanıtlayan Selma G., aile hekimliği sistemiyle ilgili yeterli bilgisi olmadığı için böyle bir durumu yaşadığını anlatıp…
Vatandaşlara da dikkatli olmalarını önermiş, tecrübeli bir aile hekimliği mağduru olarak.
Yeterli bilgisi olmayan vatandaş böyle de…
Peki, sistemle ilgili yeterli bilgisi olanlara neler oluyor derseniz…
Son birkaç haftadır Kayseri, Balıkesir, Zonguldak, Bartın, Karabük, Kastamonu’daydım.
Tabip odası yöneticileriyle birlikte ziyaretler, toplantılar yaptık.
Çok sayıda aile hekimiyle de görüştüm.
Onlardan edindiğim izlenimlerle cevaplamaya çalışayım.
Malûm…
Sağlık Bakanı’mıza göre sağlık ocakları sistemi eskimiş, köhnemiş, çökmüş… Olay tam bir “hekim hasta, ben hasta” durumuna dönüşmüştü.
Aile hekimliğine geçilince öyle mi olacaktı, oysa?..
Aile hekimleri sadece kendilerine bağlı hastalara hizmet verecek…
Onları doğumlarından ölümlerine kadar takip edecek…
Bazı münafık müfterilerin iddialarının aksine, koruyucu sağlık hizmetlerini de ihmal etmeyeceklerdi.
Bu arada…
Pratisyen hekimlerin kronik kâbusu “Doktor bey, siz ne doktorusunuz?” sorusundan da kurtulacaklardı.
Böylece, “hekim mutlu, ben mesut” durumu oluşacaktı.
Gördüğüm…
Pek öyle olmamış.
Aile hekimleri…
Bütün gün hasta bakmaktan vakit bulup bitişik odadaki arkadaşlarına selam bile veremediklerinden…
“Misafir hasta” adı altında, kendilerine bağlı olmayan nüfusa da reçete yazdıklarından…
Hukuki statülerinin belirsiz olduğundan…
Kira, stopaj, elektrik, su, telefon parası ödemekten…
“İstediğim ilaçları yazmazsan kaydımı başka aile hekimine aldırırım”lardan…
Sürekli yeni angaryalarla karşılaşmaktan…
Ve daha bir dolu şeyden şikayetçiler.
Üstelik…
Sağlık Bakanlığı, aile hekimlerine karşı Türklerin eski bir savaş taktiğini uygulamış.
İki bin beş Aralık ayında Düzce’de başlattığı aile hekimliği yayını iki bin on Aralık ayında bütün illerde tamamlayıp…
Çemberi üzerlerine kapatır kapatmaz…
Yeni bir yönetmelik yayınlamış.
Sınıflandırma, ceza puanları, katsayılar, performans kriterleri filan derken…
Bir yönetmelikle yıllık gelirlerini ortalama yirmi bin lira azaltıvermiş.
Gezdiğim illerde halinden memnun tek bir aile hekimine rastlamadım, kısacası.
Huzursuz, mutsuz, umutsuz, tedirgin…
Moda deyimle “endişeli modern”ler.
Kandırıldıklarını düşünüyorlar.