Şeref Oğuz’ un yazısı (Sabah)
Biyogenetik Kurulu ortalama her 3 GDO başvurusundan 1′ine onay veriyor, gerisini “yetersiz” diye geri çeviriyor. GDO Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların kısaltılmışı. Gen teknolojisindeki sıçrama sayesinde 1990′lardan beri hayatımızda…
Toplumda genel kanı GDO’lu gıdaların “iyi bir şey” olmadığı yönünde. Tecrübeler, zaten bu algının “yerinde” olduğuna dair binlerce öyküyle dolu. Ekmekten bala, yumurtaya kadar sahteciliğin “ala turca” yönetimin parçası sanıldığı ortamda, gen gibi ileri yöntemlerle bu sahtekârlığın yapılabileceğini biliyoruz.
Peki genetiği değiştirilmek, nasıl bir şey? Malthus‘un kehanetlerine göre “geometrik artan nüfusu, aritmetik artabilen gıda kaynaklarıyla doyuramayacağımız” tezinden hareketle gıdanın gelişimini, nüfüstaki performansa yaklaştırmak şart. GDO, bu cevaplardan biri. Sorun “gen“leri bir kez değiştirmeye başladığınızda, nereye varacağınızı bilememek. Daha da dehşet soru, nerede duracağınıza sizin değil, genetiği değiştirilmişlerin karar vereceğidir.
Daha fazla insanı doyurmak “etik” bir amaç olabilir. Ancak “daha fazla kâr” konusunda aynı şeyi söylemek mümkün olsaydı, bugün yüzde 1′in hırsıyla krize sürüklenen Yüzde 99 Hareketi, olmazdı. GDO’nun “biyogenetik” mühendisliği kadar “etik boyutu” olduğu, tam da bu noktada hayati önem kazanıyor.
Daha fazla insanı doyuracağım diye yola çıkıp genetiği “etik kaygılar olmadan” değiştirmeye başlayınca, gen-etiği dönüştürülmüş yöneticiler, bürokratlar, patronlar, kısaca bireylere varabilirsiniz. Zira etiği olmadan gen melek değil, şeytan var eder.