Türkiye’de hekime saldırmanın psiko-sosyo dinamikleri – Mehmet Kerem Doksat

Tabip olmak ve ona hikmet ekleyerek hekim unvanına ulaşmak pek zahmetli ve uzun bir macerayı ihtiva eder.

12 Eylül darbesiyle birkaç şey oldu:

“Bunlara Türk Bayrağı’nın bir ucundan tut desen kaç para vereceksin diye sorarlar” diyen Kâinat Paşa, maaşlarımızın diğer memurlarla aynı seviyeye gelmesine kadar zam yapılmasını durdurdu. Askerlik yapanlar bilirler, cenâh-ı askeriyede hekimler dışarıda muayenehâne açıp para kazanabiliyorlar diye müthiş bir haset vardır ve askerî savcılar her an sizin bir hatanızı bulmak için uğraşırlar. Bunlar halkın indinde tıbbiyenin itibârını çok zedeledi. Seneler içerisinde tıbbiyeye giren talebelerin kalitesinde her anlamda müthiş düşüş yaşandı. Bu düşüş halkın saygısını iyice düşürdü ve tam bir kısır döngüyle mesafe arttı, itibar düştü.

Aynı Kâinat Paşa, rolüne kifayet etmeyen bir işe soyundu, köylerde, kasabalarda elinde Kur’ân dolaşıp, oraya sıkıysa gelmesin şeklinde tıkıştırılmış halka yalan yanlış İslâm dersleri vermeye başlayarak, bilerek veya bilmeyerek, büyüsel düşünceye, feodaliteye ve dinî taassuba hizmet etti. Zâten bunun önüne geçmek için elzem olan Millî Eğitim Seferberliği’ne ilk darbe oy kaygısıyla İnönü zamanında vuruldu, Köy Enstitüleri vs. Adnan Menderes döneminde de “buralarda komünist yetiştiriliyor” diyerek tamamen kapatıldılar.

YÖK denen antidemokratik kurum ve ABD’nin adamı, intihâlci İhsan Doğramacı ile üniversitelerin canına okundu. Ne kadar seviyeli ve sâhici bilim adamı varsa, “solcu” oldukları için üniversitelerden atıldılar ve yerlerine kifayetsiz muhteris birçok kişi dolduruldu.

Türkiye’de tıbbiye eğitimi üçüncü lige düştü. İstisnalar da kâideyi bozamadı tabii ki!

Bu öğretim üyelerinin birçoğu sonradan aflar ve mahkemelerle kadrolarına geri döndüler ama Üniversiteler artık çoktan birer Yüksek Okul hâline getirilmişti.

Dağa taşa açılan sözün ona üniversitelerde verilen eğitim bir felâket hâlini aldı; okutman ve belletmenlerle öğretim üyelerinin hiçbir farkı kalmadı. Hiyerarşi ve mertebeleşme zedelendi, hocalarla talebelerin ve asistanların ilişkileri laçkalaştı.

Bilimsel ve eleştirel düşüncenin yerini tamamen büyüsel ve bi’at kültürüne dayanan safsata almaya başladı.

“Dinci” ve “sağcı “gruplar muhtelif fraksiyonlar hâlinde örgütlenerek hegemonya kurdular. Aynı şey “solcu” gruplarda da yaşandı. Koordine hareket etmeye başladılar ve Hümanizm nâmına bölücülüğe yol açıldı.

Tamamen bir ABD projesi olan AKP ile sürece son damga vuruldu. Başka bir ihânet de İngilizce Tıp Eğitimi ayrımcılığıyla yaşandı. Artık birinci ve ikinci sınıf tabipler yetişiyordu.

Ne hocalığın tadı kaldı, ne de talebeliğin. Talebeler talep eden adam olmaktan çıktılar, öğrencileştiler; hocalar da kitabî bilgi satan öğretmenler hâline düştüler.

Dünya bilimine katkı teşkil edecek doğru dürüst hemen hiç araştırma veya neşriyat yapılamaz oldu ama Pub-Med, Pub-Med Expanded, Index Medicus gibi mecralarda neşredilen, çoğu ciddi bilimsel katkı taşımayan ama puanlama sistemiyle doçent ve profesör olunan saçma sapan bir sistem yerleştirildi. Cemaât yapılanmasıyla oluşan destek ve dayanışmayla müthiş bir yabancı yayın patlaması yaşandı ama bunların pek azı dişe dokunur şeylerdi. Bâzıları da maaşlı yetenekli tabipleri yanlarında istihdam edip, onlara düzmece araştırmalar, makaleler yazdırarak doçent vs. oldular. Bunları profesyonelce yapan kurumlar türedi: “B klasmanında bir klinik araştırma neşretmek istiyorsanız ve veritabanınız varsa şu kadar, hiçbir şey yoksa bu kadar Dolar’a yaparız” dediler; yaptılar ve yapmaktalar!

İşte, bu kaotik ve rezilce ortamda sıradan hâttâ yetersiz kişiler de kendilerini hoca zanneder oldular. Bahsedile indekslerde onlarca neşriyatı olan tabipleri karşınıza alıp konuştuğunuzda iki kelimeyi doğru dürüst bir araya getiremediklerini görür oldunuz. “Yes, no, okey, hav maç”tan başka şey bilmeyen tabiplerin dünya kadar makaleleri oldu; yetersizliklerini ister nazikçe, ister sertçe kendilerine yüzlediğinizde mahcup olacaklarına, size saldırıp zeytinyağı gibi üste çıkar oldular.

Çakma profesörlükler ayyuka çıktı.

Türkiye’deki genel ajitasyon ve provokasyon, ekonomik ve politik terör ortamında önceden halkın hürmet ettiği bütün köklü kurumlar perişan edildi ve itibarsızlaştırıldılar: TSK, Adliye, Üniversiteler, dolayısıyla da tıbbiye.

Bu arada pek çok alenen şarlatanlık ve dolandırıcılık yapan tabipler, onların kurdukları eğitim kurumları da türedi; bu da itibarımızı iyice zedeledi. Millet nereye, kime gideceğini bilemez oldu.

Eh, halkla en yakinen temas eden ve sürekli olarak aleyhinde konuşulan, insanların kışkırtıldığı (Sağlık Bakanı’nın son senelerdeki icraatı) tabipler de birinci derecede yansıyan öfke kurbanı oldular.

Bu tamamen saçma ve memleketin her türlü çıkarına aykırı “düzen” değişmedikçe, daha çoook gâzi de veririz, şehit de.

Saygılarımla…

18 Nisan 2012 Çarşamba
Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat
Dayanamayarak Emekli Olmuş 55 yaşındaki Psikiyatri Profesörü

İLGİLİ YAZILAR

10,259BeğenenlerBeğen
11,061TakipçilerTakip Et
8,931TakipçilerTakip Et

TUS’da Başarının Yol Haritası

Hayatta attığın her adım sana özel olmalı Sen gülmelisin hayatına Sen tutmalısın yüreğinde geleceğini Hüzün de neymiş , ne işe yarar ki? Ben yapamam diyerek, ne kadar adım...